YAŞAMA DAİR HERŞEY

Tuesday, August 28, 2007

Güle Güle Diktatör...

Aslında palyancom benden daha önce yazdığı için kafamda o kadar kurgu yapıp, biraraya getirdiğim tüm kelimeler ve özellikle giriş kısmı biranda uçtu :) Kaç gündür yazacaklarımı kafamda planlıyor, her seferinde ufak tefek düzeltmeler yapıyordum ama klavyenin başına geçince yazacaklarımı tamamen doğaçlamaya bırakmaya karar verdim.

1999 Aralık ayında işe başladığım zaman tanışmıştım O'nunla. Benden sadece birkaç yaş büyüktü ama iş ile ilgili pek çok şey biliyordu. Havacılığıın içinden gelmesi artı yönüydü ve haliyle konulara daha hakimdi. Fakat çalışma düzeninden dolayı ancak 3 ayda bir beraber çalışabiliyorduk. O'nunla çalışmak ayrı bir zevkti. Bir defa yaşlar yakın olduğu için kafa dengiydik ve en önemlisi bize asla müdürcülük oynamıyordu. Daima bir arkadaş, bir abi edasıyla yaklaşırdı bize/bana. Bizde asla O'na karşı saygıda kusur etmedik. İş zamanı müdür iş dışında arkadaşımdı. Çok zaman geçirdik beraber. Ailesiyle bile iç içe olmuştum.

İş hayatımız yollarımızı daha başka şekilde birleştirdi bir süre sonra. Her zaman desteklerdi beni. Hatalarımı direk yüzüme söyler, doğru yaptığım zaman daha iyi olmam için önerilerde bulunurdu. Buralara gelmemde O'nun payı çok büyüktür.

Dedim ya; hep O'nunla çalışmak isterdim diye; birgun geldi ve bana "Ben Tiflis'e gidiyorum, yanımda güveneceğim birisini istiyorum, sen gelir misin"dedi? Hiç düşünmeden "Evet" dedim. Ve Eylül 2005'te Gürcistan'da çalışmaya başladık. 2 yılın ilk yılı nerdeyse her an beraberdik. Yapacak pek çok iş vardı ve biz normalde daha fazla kişinin yapması gerekenleri 4-5 kişi başardık. Bunu asla üstüne almadı, her yerde her zaman bizi de ön planda yanında tuttu.

Üzüntülerimizi, sıkıntılarımızı, mutluluklarımızı paylaştık. Yönetici olarak sert görünse bile içinde bir çoçuğun sahip olduğu duygusallık ve şefkat vardır. Özellikle düğünümüde masa masa gezerken bana " çabuk beni geç " demesini unutmam. Çünkü biraz daha kalsam göz yaşlarını tutamayacaktı :)

Buradan gideceği kesinleştiği zaman biz pek anlayamadık gideceğini. O'da anlamadı. Taa ki o ayrılık günü yaklaşıncaya kadar. Bizden ayrılacağı için içi çok buruktu. Etrafına karşı güçlü ve metin durmaya çalışıyordu ama içindekileri ben biliyorum. Bunu ayrılmadan önce sarılışından anlamak gayet kolaydı :)

Bana iş hayatında çok şey öğrettiği gibi, iş dışındada hep yanımda oldu. Bunda sonra da olacak, bende hep O'nun yanında olacağım. Araya mesafeler girse bile sağlam dostluklar asla bozulmaz, eskimez ve bitmez.

Herşey için çok teşekkür ederim. Bana öğrettiklerin, önerilerin, tavsiyelerin için ve en önemlisi bana hep guvenip bunu her yerde anlattığın için. Senin yolundan yürüyüp, "bak diktatör ne güzel çoçuklar eğitmiş" dedirteceğim. Gerçekten yaptığımız kolay birşey değildi. Şimdi o yapının daha iyi yerlere gelmesi için uğraşıyorum ama senin emeğin asla unutulumaz.

Başarılar, mutluluklar, sevinçler ve HUZUR hep yanında olsun. Sevgiler...

NOT: Ara sıra mail atarken "tunga" diye yaz :) yoksa kimse bana böyle seslenmeyecek :)
posted by ANDY at 11:54:00 PM 15 comments

Monday, August 20, 2007

Gülelim :)

Baktımki son yazılarımın hepsi ciddi konularda. Aslında bu kadar çok olay varken yazacak o kadar çok şey oluyor ki... Ama bugunki yazımı burada tanıstığımız ve çok iyi dost olduğumuz Cadı ve Doca ikilisine ayırmak istiyorum. Aslında bir nevi karikaturun yazıya dökülmüş tasviri olacak ama olsun :)

Palyancom hamile kaldığında çok baskı yaptık onlara da sizde yapın beraber büyüsün diye. Ancak zaten olsa bile beraber büyümeleri kısmet olmayacakmış :( Aman sağlıklı olsunlarda ileride biraraya gelirler ;) Artık Tunus'tan hayırlı haberi bekliyoruz :)

Ben şimdi sanki onların çoçuğu olmuş gibi davranıp, aralarında geçecek muhtemel konuşmaları aktaracağım buraya :):):)

İsmini bilmediğim için Jr. Doca/Cadı 5 yaşındayken:

Doca koltuğunda oturmuş, diz bilgisayarında çalışmaktadır. O esnada Jr. Doca/Cadı yaklaşır ve Docanın paçasından çekiştirerek:

- "Baba baba hadi oynayalım" der.
Doca:
-Sen kimsin len
Jr. Doca/Cadı:
-Ben senin oğlunum / kızınım
Doca:
-Biz seni yaptıkmı ya? Hanım ne zaman oldu bu velet? Senin bellek kaç Gb?
Jr. Doca/Cadı:
-400 Gb artı 200 gb ek bellek de var baba, doğumda sen taktırmışsın
Doca:
-Ekran kartında iyidir senin. Yaş kaç bakayım?
Jr. Doca:
-5 baba.
Doca:
-O kadar oldu mu len?

Jr. Doca/ Cadı 18 yaşında:

Doca evde gene bilgisayar basındadır. Çalışırken ya da düşünürken oynadığı topsakalından yola yola sadece çenesinin sağ tarafında 3-5 tutam sakal kalmıştır. Amaç o bölgedeki kıllarıda yolup traş için malzeme parası vermemektir :)

Jr. Doca/Cadı:
-Baba arabayı alıyorum, arkadaşlarla takılacağız
Doca sakalıyla oynarken:
-hı hı
Jr. Doca/Cadı:
-Baba cüzdanındaki paralarıda aldım
Doca:
-hı hı
Jr.Doca/Cadı:
-Baba kredi kartını da aldım limit var değil mi?
Doca:
-hı hı

Evet şimdilik bu kadar. Geçen gün otururken bu konusmalar aklımıza geldi. Palyancom, gayserili ve ben çok güldük o an :) Keşke karikatür çizme yeteğinim olsaydı daha iyi anlatabilseydim :)
posted by ANDY at 12:15:00 PM 17 comments

Friday, August 17, 2007

3 Film ve Medeniyet

Geçen hafta içinde üç tane gerçekte yaşanmış olayların filmlerini izledik. Hepside güzel ve insanın ilgiyle izlediği filmlerdi. Bunların medeniyet ile ilgilisini yazımı okumaya devam ederseniz aşağıda bulacaksınız :)

İlk filmin adı "Zafere Doğru": Amerika'da 1950'lilerin sonunda ırkçılığın had safhada olduğu dönemde Amerika kolej basketbol liginde oynayan Teksas Western takımı 7 tane siyahi basketbolcu ile sezona başlıyor ve kimsenin şans vermediği bu takım sezon sonunda şampiyonluğa ulaşıyor. Irkçılık o zamanlar özellikle guney kısımlarda çok fazla ve bu takımın siyahi oyuncuları pek çok maçtan önce ve maç sırasında çeşitli kirli ve pis davranışlara maruz kalıyorlar. Hatta birtanesinin kafasını tuvalete bile sokuyorlar. (Bu arada takımda beyaz oyuncularda var ve antrenor beyaz) Ancak bunlara beyaz arkadaşlarının ve antrenorlerinin desteği ve yardımı ile yılmayıp, başarıyorlar. Hatta final maçında sadece 7 siyahi oyuncuyu oynuyor.

Sonuçta yapılan tüm haksızlıklara, aşağılamalara, saldırılara rağmen onlar karşıtlarıyla savaşmayıp çatışmayıp, işlerini yaparak başarıya ulaşıyorlar ve saygınlık kazanıyorlar. Burada sözü ülkemizde azınlık olduklarını idda edip, aslından bizden bile daha iyi imkanlara sahip olan, ya da silahını alıp dağa çıkan insanlara şunu söylemek istiyorum: Sizi ne kimse aşağılıyor ne de size saldırıyor. Biz kardeşlik içinde yüzyıllardır yaşıyoruz. Elele verirsek karşımızda kimse duramaz. Ancak biz bu şekilde kavga ettikçe birileri bundan fayda sağlayıp köşesinde bizi kıskıs gülerek izliyor. Ve biz sadece kavga etmeye devam ediyoruz!

2. Filmin adı "Kara Nisan": 1994 yılında Ruanda'da yaşanan iç şavaşta 72 günde 1 milyon insanın katledilmesiyle ilgili bir drama. Olayları birebir yaşamış insanların ağzından beyaz perdeye aktarılmış. Burada ki olayda ise dunyada barışı korumakla görevli olduğunu iddia eden UN birliklerinin gözü önünde 1 milyon kişi 72 gunde öldürülüyor!

Konu ile daha ayrıntılı bilgi: http://tr.wikipedia.org/wiki/Ruanda_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1 adresinde. Medeniyeti savunnan avrupalıların yaptıkları gayet güzel anlatılmış. Özellikle yazının sonundaki eski Fransız Cumhurbaşkanının sözleri zaten herşeyi gözler önüne seriyor!

3. filmin adı "Düşman Hattı": Sırp- Bosna Hersek savaşı esnasında keşif uçuşu yapan bir amerikan deniz uçağı tarafsız bölgede askeri yığınak olduğunu farkeder ve uçuş rotası dışına çıkıp bolgedeki askeri hareketliliği incelerken durumu farkeden sırplar uçağı düşürüler. Uçak düşmeden önce uçaktan atlayan iki pilottan biri hemen orada öldürülür ve diğeri kaçmayı başarır ve o andan itibaren çekilen katliam filmleri ortaya çıkmasın diye bu pilotu oldurmek Sırplar için görev olur. Sonuçta Bosna Hersek'te gene UN görevlilerinin gözü önünde olan katliam görüntüleri meydana çıkar ve katliam suçundan pek çok sırp suçlu bulunur.

Gördüğünüz gibi barışı korumakla UN birlikleri hem Ruanda'da hem de Bosna Hersek'te nedense olup bitene seyirci kalmış ve kendilerinin yayınladığı ve pek çok ülkenin imzaladığı anlaşma şartlarını yerine getirmemiştir. Üstüne üstlük Bosna Hersek'te katliam yapan sırplar olmasına rağmen Müslüman Bosnalılar isyancı gibi gösterilmiş.

Doğrusu merak ediyorum orada katlimı yapan müslümanlar olsaydı acaba kaçıncı gün UN birlikleri Bosna Hersek'e mudahale ederdi. Sırplara mudahale için 2 yıl beklediler.

Bize Ermeni soykırımını kabul edin diyen Fransa neden Cezayir'de yaptığının soykırım olduğunu kabul etmiyor ya da Ruanda'da 72 günde 1 milyon kişi ölürken neden sessiz kalıp mudahale etmiyor?

Medeniyet bu olsa gerek. Kendi vatandaşın olunca her turlu yardıma koş ama senin dininden ya da avrupadan değilse gözlerini kapa, hiçbirşey yokmuş gibi davran. Ve biz bu avrupanın bir parçası olmak için tüm değerlerimizi, bizi biz yapan özelliklerimizi yok ediyoruz. Bununla da övünüyoruz. Yazık çok yazık!
posted by ANDY at 11:12:00 AM 2 comments

Tuesday, August 14, 2007

Eşşek - Semer olayı

Yurdum insanı, özellikle büyük şehirlerde yaşayıp, yıllardır büyük şehirlerin aldığı hizmetlerin onda birini bile almayan insanların çektiği sıkıntılardan yaşamaya başlayınca televizyonlarda ilk haber olmaya başladı çekilen susuzluk. Ankara'da 13 gundur su gitmeyen yerler varmış! Acaba meclis lojmanları da bu bolgeler içine giriyor mu?

22 Temmuz seçimler öncesi Ankara'da böyle bir kesintinin uyarısını veriliyordu ama kimse bu kadar uzun süre susuzluk beklemiyordu. Uzmanlar belki bunu dile getirmeye çalıştı ama 13 gün susuzluk! Düşünmek bile istemiyorum! İnsanın en temel ihtiyacı olan temzilik unsurundan yoksun 13 gün yaşaması ne kadar korkunç bir durum.

Lise yıllarında Siyavuşpaşa'da otururken bu sıkıntıyı çekmiştik ama o zaman bile bu kadar uzun susuzluk olmazdı. Sene 1990'di. Şimdi 2007 ve yaşanan sıkıntı daha büyük ve vahim.

Gelelim başlık olayına. Nedense seçimlerden önce hiç su kesintisi olmadı. Olduysa da kimsenin önemsemeyeceği kadar kısa süreli oldu. Tüm televizyonlar su sıkıntısı yaşanacağını soylerken kimse 13 günden bahsetmedi. Hatta Ankara için Eylül'den sonra sıkıntı yaşanacak dendi. Fakat seçim bitti, belediyelerin nerdeyse tamamını yöneten AKP'li belediyeler hemen kesintilere başadılar.

Şimdi sormak lazım. Bugünkü durum 22 Temmuz öncesinde yaşansaydı ve insanlar 13 gun sussuz kalsalardı 22 temmuz seçimleri aynı olurmuydu. İşte burada olaya "biz eşşek olduktan sonra semer vuran çok olur" atasözü devreye giriyor. Çünkü çok iyi biliyorum, daha önce de aynı hataları defalarca yapmalarına rağmen aynı kişiler seçimler zamanı atıp tutmuş ve benim halkım yapılanları hemen unuttup oy vermişlerdi. Şimdi de maalesef aynı durum söz konusu.

Daha öncede bir yazımda yazmıştım. Atatürk; "kurtuluş savaşı sırasında düşmandan çok cahillikle savaşmak çok daha zor" demiş. 21 yy. biz hala bu cahillikle uğraşıyoruz. Kimseye hakaret etmiyorum. Fakat yurdum insanım böyle. Yapılanları bu kadar çabuk unutan başka bir halk, millet var mıdır? 4 sene susuzluk çekelim, ama seçimler öncesi 6 ay su sağlansın bu sefer %100 oy ile seçeriz biz :)

Allah kimseye böyle zorluklar vermesin ve susuzluk çekenlerin yardımcısı olsun. Buradan yazmaktan ve sıkıntı çekenler için dua etmekten başka çaremiz yok! Umarım birgun halkım uyanır ve ona ızdırap çektiren kim olursa olsun (aynı zümreden olsa bile) gereken cezayı verir!
posted by ANDY at 11:38:00 AM 2 comments

Wednesday, August 08, 2007

Cesaret :)

Valla bu youtube olmasa yazacak konu bulamayacağım :) Bu yazıyı da onun sayesinde kurtarmış olup sizlere de bu olayı şehir kütüphanelerinde denemenizi öneriyorum :) Filmde de göreceğiniz gibi kütüphanede oynanıyor ve sesizlik en önemli unsur :) Gülmenizi ya da canınız yanınca tepkinizi sesizce göstermek zorundasınız. Aslında youtube'da "Silence Library" diye aratınca bu oyunun değişik versiyonları da çıkıyor ama ben en çok yukarıda izlediğinizi seviyorum. En çokta tokat makinası yok mu :):)

Bir dipnot Fikriminincegülü'ne : Hani sana yorum bırakırken bahsetmiş olduğum wasabi rolls vardı ya, işte yukarıdaki oyunda da var. Adam yiyince ne hale geliyor gör :) Eşin de bir daha Capon yemeği demez ve kuru fasulye - nohuta daha bir mutlulukla yaklaşır :):)

posted by ANDY at 5:33:00 PM 7 comments

Saturday, August 04, 2007

Tercüme :)

Bu sıralar yazacak birşey bulamıyorum ama Youtube sağolsun imdadıma yetişiyor :) Yukarıdaki şarkıyı belki bir çoğunuz bilmeyebilirsiniz. "Sen bilirsin fikriminicegülü :)" Bu şarkı II. Dunya Savaşı sırasında cephedeki Alman askerlerine moral olarak dinletilirmiş. Yıllar önce bir film vardı. Filmde bu şarkıyı söyleyen kadın casuslukla suçlanıyordu ve yanlış hatırlamıyorsam kadını öldürüyorlardı. Herneyse biz gelelim tercume konusuna :)

Yukarıdaki klibin sonuna doğru bir Alman subay konusuyor. Ben bu konusmayı sizin için Turkceye çevirdim :) Kelimesi kelimesine aynı olmasa bile yaklaşık birşeyler söylüyor :)

Andy'nin Tercumesi :

Lan hayvan adamlar! Bi boku beceremediniz. Kaybettiniz lan savaşı. Ulan sizin suratınıza sıçayım ben. Bak bak birde utanmadan bana bakıyorlar. Adammısınız lan sizler. Ne diyecem lan ben şimdi Hitler'e. Zaten bu şarkıda Hit olamadı. Dağılın lan it herifler, canım çok sıkkın, savaşıda kaybettik. Topunuzu sürecem lan buradan. Şarkı da bitiyor şimdi hemen dağılınnnn... :):)

Fikriminicegülü'nün tercümesi:

Ulen meymenetsiz herifler!!! Sizin yerinize İsmail YK ile Polat Alemdar olaydı, şimdi zafer kazanmıştık be. Birde sıkılmadan karşımda dikilmektesiniz. Ulen sizin yaptığınızı Armağan bile yapmaz be. Yıkılın karşımdan Fatih Ürek kılıklı i.neler.:))

Mayonez'in Tercumesi:

AT KÜSBELERİ,KOYUN GIGISI KAFALILAR..MİLLET KIÇINA GİYECEK DON BULAMZKEN BİZ SİZE ŞARKI BESTELETTİK!! SIRF GAZA GELİP O KOCA TOTOLARINIZI KALDIRIN DİYE.KÖPEK İŞESİN HEPİNİZİN SUFATINA..HEPİNİZİ SABUN YAPACAM DÜĞME YAPACAM, DUŞTA KOL ALTIMI YIKAYACAM LAN HEPİNİZLE..

Yağmur Damlası'nın tercumesi:

" bu gürcüler var ya bu gürcüler! topunun köküne kibrit suyu! ben bunlar kadar şakadan anlamayan millet görmedim yahuuu!nerde lazların zekası,nerde bunlaaar. peeeh!yuuuuh!Lazlar buraya! yumruk havaya!

NOT: Bu yazıyı interaktif hale getirmek istiyorum. Bu nedenle benim tercume olarak salldığım kısmı sizlerinde içinizden geldiği gibi sallamanızı istiyorum. Herkesin kendine ozgu tercumesini blog ismiyle yayınlayacağım :)

posted by ANDY at 11:33:00 PM 17 comments

Wednesday, August 01, 2007

Bir şafaktan bir şafağa



Ne oradanım ne de buradan. Türkü bara da giderim, rock bara da. Türk sanat müziği de dinlerim, pop da. Bunları yapmak için illaki bir zümrenin içinde mi olmam gerek?

HAYIR

Eğer amaç bu ülke insanını daha yukarı taşımak, daha rahat ve ferah yaşamasını sağlamak, ülkeyi daha üst medeniyetler seviyesine çıkarmak ise o zaman neden değişik görüşler benimsemek zorundayız? Hedef aynı ama gidilecek yolar başka olunca dağılmıyor muyuz? Kaç defa bizi dağıtmak için oyunlar oynanmadı mı? Kardeş kardeşe düşman edilmedi mi? Halen de ediliyor mu?

Aklımızın başımıza gelmesi için illaki savaş mı gerek? Çok mu zor birlik beraberlik içinde yaşamak? Hepinizin cevabını duyar gibiyim:

HAYIR

posted by ANDY at 10:47:00 AM 4 comments